Sayfalar

Translate

31 Ocak 2013 Perşembe

Kahve...


Sahilindeydim düş kırıklıklarının, 
Gökyüzünün yansımasıydı gözlerin.. 
Şimdi mavi sanacaklar gözlerini... 
Değildi sevgilim... 
Ne mavi ne de ardımda bıraktığım, 
Hayallerinde filizlenmiş orman gibi, yeşildi... 
Kahveydi sevgilim... 
Kahve...
Hani şu kırk yıl hatrı olan, keskin kokulu, köpüklü kahve gibiydi... 
Acıydı bakışların evet... 
Ben böylesine gözlerine dalmışken,
Ayaklarım sahiline vuran yaşlarında ıslanıyordu... 
Ağlıyor muydun sevdiğim? 
Üstüme düşen bu damlalar da neyin nesiydi? 
Her yanı kapalı bir hapishaneydi, zihnin... 
Ve ben bıkmadan usanmadan geçmişinden beri yaşıyordum seni... 
Evet sevdiğim tam tahmin ettiğin gibi... 
Düşüncelerinde geziyordu benliğim... 
Yorulmuştum; ilk bulduğum söğüt ağacının dibine attım kendimi...
Gökyüzünün üstünde geziyorken gözlerin, bir sigara yaktım...
Efkarlı efkarlı çekiyordum zehri içime..
O anda sendeki en güzel şeyi fark ettim...
Gülümsüyordun...
Çoşkun bir şelale gibi içime akıyordu mutluluğun,
Sonra gülüşünün ardındaki kalbini gördüm...
Ve işte o an bin defa çarptı yüreğim...
Sadece senin için...

30 Ocak 2013 Çarşamba

Sendeydim...


Gecenin içinde bir hayali derya gibiydi gözlerin! 
Baktıkça içinde kaybolduğumu fark ettiğim anda, iş işten çoktan geçmişti artık. 
Derme çatma bir sandalın üstünde elimde hırpalanmış bir dal parçasıyla sana doğru yelken açtığımı gördüğümde; 
gözüm, yarı yamalı, yarı sağlam bez parçasına takıldı. 
Kendimi o bez parçası gibi hissettim bir anda... 
Uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi gözlerin! 
Evet gözlerin! 
Mavisi sır, kahvesi daha çoktu.
 Bu yüzden hep gece gibiydi gözlerin!
 Gözlerinin karanlığındaki engin denizlerde sana doğru kürek çekiyorken; 
tek arkadaşım, kulağıma fısıldadığın sözcükler ve gökyüzündeki yarı soluk ay parçasıydı. 
Yarı silik yansımanın ötesinden bile görülüyordu, ne kadar uzak olduğun. 
Aldırış etmeyecek kadar umarsız esiyordu rüzgar... 
Saçlarımı yavaş yavaş okşarken ellerin, yine sesini duydum! 
İşte o an bir kez daha anladım. 
Tam olmayı hayal ettiğim yerdeydim. 
"Sendeydim..."

29 Ocak 2013 Salı

Gölge...

Yağmur üstümüze suç misali yağıyordu, hain sokaklarda…
Yanaklarımızdan dökülenler, günahlarımızın savunmasıydı!
Rüzgar; yaşanan her şeye tanık olmuş, tehditkar esiyordu…
Saçlarımız, evet saçlarımız hakaret gibi yeryüzünde savruluyorken;
Şehir, yavaş yavaş gözlerini geceye yumuyordu.
Gözlerimiz, ihanetimizi göz kapaklarımızın ardında saklıyorken;
Soğuk, bir buz misali kalplerimizi nefretiyle donduruyordu.
Ellerimiz, kelepçe gibi kenetlenmiş birbirine canımızı acıtıyorken;
Ayrılık, acımasızca etrafımızı bir katil gibi sarıyordu.
Cinayetimiz, bedenlerimizdeki ölü ruhlarımızı çalıyorken;
Bizden geriye kalan sadece katil düşüncelerimizdi…
Sözcüklerimiz, öldüresiye kahrediyorken sevgimizi;
Biz, evet sen ve ben çoktan terk edilmiştik yalnızlığımıza…
Şimdi;
Issız sokaklarda hıçkırıklarımıza eşlik eden, yalnızca bizi takip eden gölgemizdi…


İhanetti bu!



İhanetti bu!
Dudaklarım bir kahpe gibi hissediyordu kendini,
Dün gece o adamın dudaklarına dokundu diye isyan ediyorlardı...
İhanetti bu!
Kulaklarım bir alçak gibi hissediyordu kendini,
Aynı adam şimdi bir başkasına fısıldıyor diye sözcüklerini...
İhanetti bu!
Gözlerim bir hain gibi hissediyordu kendini,
İçi boş kıyafetler bir bir saçılıyorken etrafa...
İhanetti bu!
Benim için çok geç kalınmıştı 
Kör, sağır ve dilsizdim artık!
İhanetti bu!
Düşünceleri, ruhu biliyordu orada olduğumu
Saklandığım yerden izliyordu ihanetini benliğim...
İhanetti bu!
Bileklerime sapladığım kalem izlerinden
Oluk oluk ihanet akıyordu sayfalarıma...
İhanetti bu!
Benim için çok geç kalınmıştı artık,
Yaşayan bir ölü gibiydi ruhum!

27 Ocak 2013 Pazar

İşte...


Gidiyorduk işte;
 Hem de hiç bir şey söylemeye yeltenmeden birbirimize
Bu kaçıncı ihanetimizdi dudaklarımıza bilmiyorum
Gidiyordun işte;
 Gözlerine ihanet ediyordu ayakların
Ben arkandan isyan dolu adımlarını izliyordum
Takip ediyordu düşüncelerim izlerini
Gidiyordum işte;
 Hem de sana çok alışmışken ellerim
Kendimle didişip duran bir kavgacıydı bedenim
Zihnim aynı hatırayı binlerce kez oynatıyordu
Arkamı dönüyor ve o lanet adımı atıyordum
Gidiyorduk işte;
 Hem de aynı şehirdeyken kalplerimiz
Son kez aynı sokaktaydık biliyorduk..

26 Ocak 2013 Cumartesi

Ezberledim...



İsmini ezberledim;
Her hece, her seferinde ayrı ayrı bir anlam taşıyor içinde...
Gözlerini ezberlerdim;
Her kalemde ayrı bir anlam var, ayrı ayrı çiziyorum gönül sahnemde...
Ellerini ezberledim;
Saniye saniye değişiyor sıcaklığın, titreyişlerini hissediyorum kalbimde...
Sevgini ezberledim;
Her kelimesinde binlerce anlam taşıyıp, beni benden alan gizlilikleri ile...
Sesini ezberledim;
Her tonu başka bir güzel, sözcük sözcük dökülüyor her melodide...

25 Ocak 2013 Cuma

Acı...



İçimdeki fırtınadan sen ne anlarsın? 
Bir de utanmadan, kalbimdeki yerini ayaklar altına alırsın! 
Benliğimdeki depremi hafif mi sanarsın? 
Gözlerimde zindan mı zindan geceler, hem de seni beklerken!
Sen beni kimlerle kıyaslarsın?

Sen ki, 
Gecelerimin içinde ışık saçan!
Gözlerimde sakladığım en büyük damlam!
İçimdir, kokunu içine çekemedi diye kanayan!
Dudaklarımda, tebessümümdür kahkahan!
Sen bana bunu nasıl yaparsın?


23 Ocak 2013 Çarşamba

Ölüyorum!



Her zamanki gibi el ele çıkmışlardı dışarıya.Yolda hem konuşuyor hem de çevreyi seyrediyorlardı.
Kadın, yanındaki adamı eğlendirmek için komik yüz hareketleri yapıyordu.
Adam, yanındaki kadına kahkahalarıyla eşlik ediyordu. 
Sonra şirin bir bebek görmüştü kadın,
Mümkün müydü çocuklaşmaması...
Kendinden geçmiş, seviyordu küçük çocuğu.
Adam hayranlıkla kadını izliyordu.
"Ne kadar tatlı dimi?" dedi kadın. "Evet, çok tatlı bir tanem" diye cevapladı adam.
Sonra tekrar el ele ilerliyorlardı şehrin sokaklarında. Bir araya toplanmış güvercinlerin arasından neşeyle koşuyorlardı. 
Her zamanki kafelerinde birer kahve içmiş, tavla oynamışlardı.
Yine kadın kazanmıştı, çünkü üzüldüğünü göremeyecek kadar seviyordu adam. 
Güneş yavaş yavaş veda ederken dünyanın bu şehrine, ayrılık vakti gelmişti.
Kadın sımsıkı sarıldıktan sonra her zamanki gibi "Hoşçakal" dedi ve gözlerinin içine baktı adamın.
Adam, kadını öperek kokusunu bir geceliğine içine hapsetmişti.
"Hoşçakal!" dedi.
Son ana kadar şüphelenmemişti adam.
Kadının gözünden akıp giden gizli saklı damlayı fark etti sonra.
Kadın çoktan eve doğru yürümeye başlamıştı. Adam nefes nefese tuttu kolundan, kaygılanmıştı, merak ediyordu...
"Gidiyorsun!" dedi. Endişeliydi.
"Evet." dedi kadın başını öne eğmişti.
"Ama neden?" 
"Bir nedeni yok!" Acımasızdı gözleri kadının. Adamı incittiğini biliyordu.
"Kaçıyorsun!" diye haykırdı adam. Kadını yaralamak istiyordu.
"Hayır, kaçmıyorum anlamıyorsun!" 
"O zaman, korkuyorsun!" dedi adam. Sorguluyordu kadınını.
"Korkmuyorum, bilmiyorsun!" dedi kadın ağlıyordu.
"Beni artık sevmiyorsun!" Adamın dudakları kalbine ihanetten titriyordu. Gözleri nankörlük yapıyordu.
Kadın ise mesafeli ve hüzünlüydü.
"Sevmek " dedi. Sonra düzeltti.
"Seni sevmek, her ayrılıkta sana sımsıkı sarılmak ve içime esir ettiğim kokunu kaybetmemek için ölmeyi göze almaktır benim için. Senin gözyaşlarına tüm gökyüzünü ağlatır sevgim. Hissediyor musun hüznümüzü? Çisil çisil yağıyor üstümüze..."
"Neden?" adam yaşlarıyla savaşmayı çoktan bırakmıştı.
"Benden nefret etmene gönlüm razı olmadı. İçinde bir yerlerde bana olan sevgin dursun istedim. Söylemene gerek yok yine bencillik ediyorum. Biliyorum. Lakin daha büyük bir acıyı hediye bırakmak istemediğim için gidiyorum" dedi kadın.
Adam derin bir nefes almış nemli gözleri ve yaşla karışık yağmurlu yanaklarıyla kadının içine bakıyordu.
"Sen ki kalbimin tek sahibi, bir dakika gecikince ölümle pazarlık yapan ruhumun sahibi, madem ki kararlısın, gideceksin, yüreğime bombayı koy ve yak fitili.Tutuştur ki patlasın benliğim"
Kadın hıçkırıklarının arasından tek bir kelime söylemişti ve adam "Keşke" dedi. "Keşke bilmek istemeseydim."
"Ölüyorum!" dedi ve gitti kadın.
"Haklıymış. Yaşama ihtimali bile yeterdi onsuz nefes almama..."

Mavi..



Gittin...
Adını bile bilmediğim umutsuz mavi derinliklere...

Belkide...

Ben terk ettim seni böylesine sessiz maviliklere...



21 Ocak 2013 Pazartesi

Bir hapishane var!



Bir hapishane var!
Arkası zifiri karanlık, girişi aydınlık.
Mahkumları şeffaf, suçları düşünce.

Bir hapishane var!
Gardiyanı etten duvar, silahı aşk.
Mahkeme ön yargılı, tek çare kaçmak!

Bir hapishane var!
Sözleri ıslak, anlamı sen,
Aradığı sen, bulduğu hiç.

Bir hapishane var!
Ardı zindan, bakışları perişan.
Acısı kalpten, gördüğü hiç

Bir hapishane var!
Tutuklular yaş,
Bekçisi kirpik,
Tek çare;
Düşüp ölmek…

13 Ocak 2013 Pazar

Unuttun mu beni?


Yine şehrinin sokaklarındayım sevgilim. Bu kaçıncı gelişim bilmiyorum. Yerin metrelerce altına gömülmüş bir mezarlık gibi geliyor metro istasyonu. İnsanlar zombi misali gelip geçiyor etrafımdan… Ben ise; bedenlerinin yarısı çürümüş insanlar görüyorum. Ruhsuz bir kadın, mat sesiyle uyulması gereken kuralları sıralıyor. Dinlemeye yeltenmiyorum bile atıyorum kendimi kapıları açılan tabutun içine… Aklımda yine, her zamanki gibi senin sözlerin var “Belki bir gün karşılaşırız.” “Lanet olsun!” çekiyorum ve kapanan kapıya bir tekme savuruyorum. İnanır mısın kimse dönüp bakmıyor bile! Bu şehir ruhlar denizi gibi geliyor bana. Her tarafta kaybolmuş ruhlar görüyorum. Sanki yüzyıllar öncesinden kalmış yansıma gibi siluetler… Taze kan arayan vampir gibi seni arıyor gözlerim. Sağımdan, solumdan, içimden gelip geçiyor insanlar. Aklıma öyle bir şey geliyor ki yüreğim sıkışıyor. Aynı kadın yine bir şey diyor. Sonra kapılar açılıyor. Nefes alma içgüdüsüyle atıyorum kendimi dışarıya… Fena şekilde öksürüyorum. Boğuluyor gibi oluyorum. Hani derler ya biri sanki kalbimi boğuyor gibi, aynen öyle oluyor. Beynim nasıl bir oynuyor bana bilmiyorum. Yarısı eksik nefeslerimin arasından “Ya” diyorum. “Ya bu şehir seni de yuttuysa sevgilim?” Aklıma düşen dudaklarımdan dökülüveriyor. Ruhum eziyet ediyor bedenime. Beynimde bu acımasız düşünce, kaç basamak olduğunu tahmin bile edemediğim merdivenleri çıkıyorum. Işığa kavuşmuş kör misali kararıyor gözlerim. Kırpıştırıyorum göz kapaklarımı. Telaşlı telaşlı etrafa bakınıyorum; her köşeye, seni arıyorum. Yine acı gerçekle yüzleşiyorum. Yoksun! Bir kenara çöküp yüzümü ellerimin arasına alıyorum. İçim yanıyor. Seni düşünüyorum. “Görmeyeli o kadar çok zaman oldu ki…” diyorum. “En son saçlarını uzatacağını söylemişti. Ya uzattıysa ya tanıyamazsam?” Kendi kendime konuşurken endişeleniyorum. Hani olur da dediğin gibi karşılaşırsak seni tanıyamamaktan korkuyorum. “Ya beni tanımazsan sevgilim?” diye söylenirken gözlerimden yaşlar dökülmeye başlıyor. Çaresiz bir dilenci gibi havasına bile yabancı olduğum şehrinin bir sokağında, üstüm başım kir içinde, kendi sözlerime eşlik etmeye başlıyor hıçkırıklarım. Tam bu sırada tuhaf bir şey fark ediyorum. İnsanlar öylesine gelip geçmiyor etrafımdan. Aksine gözlerimin içine içine bakıyorlar. İçim ürperiyor. “Acaba bir parçası mı oldum şehrinin?” diye düşünüyorum. Aklıma gözlerin geliyor. Yüreğim kabarıyor. Hani o hiç, canlı canlı göremediğim gözlerin geliyor! Bir kere olsun, lanet olsun bir kez olsun bana göstermekten sakındığın o gözler geliyor gözlerimin önüne… Beni benden alıyorlar… “Bu nasıl aşk?” diye haykırıyorum ölmüş şehrine… İsyan ediyorum. “Bir kez olsun sarılamadım be!” diyorum. “Bir kez olsun koklamadım anlıyor musun?”diyorum. “Bir kez olsun” diyorum hıçkırıklarım karışıyor araya “Bir kez olsun tutmadım ellerini doyasıya” diyorum. Ellerimi açıyorum gökyüzüne doğru; hayrıkıyorum: “Nerdesin?”  ayaklarım titriyor. Kendimi ayakta tutamayacak kadar bitiyorum, hiç görmediğim siluetinin içinde… Aklımda yine senin sözcüklerin kol geziyor. “Sana çok bağlanmışım. Şimdi fark ettim.” diyorsun. “Melek…” diyor dudaklarım… sesimi duymuyorsun biliyorum. Belki de en çok acı veren bu oluyor. Izdırap gibi düşüyor sözcüklerin zihnime “Bir sarılsaydım sana doyasıya “ diyorsun. “Keşke “ diyorum. “Belki bir gün karşılaşırız.” diyorsun yine. Binlerce defa bana aynısını yapıyorsun. Kırbaç gibi bedenime eziyet ediyor sözcüklerin. Etim parçalanıyor. Her yerimden etimin parçaları dökülüyor. “Tek istediğim” diyorum “Bir sadaka misali aşkını atıver avuçlarıma..” Şimdi bu kadar acizim, bu kadar açım işte merhametine… İçin acır mı şu lanet sokaktaki şu sefil halime? İç çekiyorum ve yürümeye başlıyorum. Aklıma Sezen Aksu geliyor. “Unuttun mu beni?” diyor ve devam ediyor… Her şeyimi, sildin mi bütün izlerimi. Hiç düşmedim mi aklına. Hiç çalmadı mı o şarkı? O sahil, o ev, o ada; O kırlangıç da küs mü bana…Sanırdım ki aşklar ancak filmlerde böyle. Ben hâlâ dolaşıyorum avare. Hani görsen, enikonu divane. Ne yaptıysam olmadı, ne çare… Unutamadım, gitti ! Ey aşk neredesin şimdi? Sen de mi terk ettin beni? Ne hata ettiysem, affet; büyüklük sende kalsın, e mi. Sen de olmazsan eğer, batar artık bu gemi…”
Ben hala bilmiyorum, sana mı geliyorum sevgili, sadece; hangi sokakta açtıysan kollarını oraya gitmek istiyorum… Şimdi söyle sevgili “Hangi kitaplığın hangi kitabının içine hapsettin kendini? Hangi kitabı alıp da eline okumadan bırakıyorsun? Söyle sevgili, kiminle paylaşıyorsun hayallerini? Bugünlerde kim aydınlatıyor karanlık gecelerini? Söyle ki bileyim, Söyle ki bileyim…”  

Haki...

"Haki" bir maviydi gözlerimden süzülenlere yansıyan,
 Hüzünle karışık ama özlem doluydu akan gözlerimden,
Ne ağlayış ne de bir gülümsemeydi oysa sızan yanaklarımdan...
Sadece dedim ya "beni sevmeni çok istemişti" yüreğim
Elimde sigaram;
 Son bir kez daha içime seni çekeceğim,
Unutacağım bu nefesle,
 Seni son kez verişimde...
Belkide;
 "Öleceğim" bu nefesi son bir kez daha üflediğimde... 

Melek...


Kanatsız bir Meleğe rastladım kaybolmuşluklarımda,
Saçları gece kadar siyah ve uzundu...
Gözlerindeki umut sardı yüreğimin her tarafını.
Sevgiye açtıkça yüreğini kanatlarını gördüm Meleğin...
Bembeyaz, dupduruydu dudaklarından dökülen sözcükler gibi!
Sonra, etrafımdaki karanlık sarmaya başladı Meleğimin etrafını...
İçimde ne kadar ışık varsa topladım sundun O'na!
Bir an için kurtardım sanmıştım...
Işık ikimizi de kapsadığında kollarındaydım ve kanat çırptığını gördüm
Işık kaybolduğunda ise çırpınışlarımızı gördüm.
Karanlığa hepsetmeye kıyamadığım Melek için gözlerimi kapatmaya razı oldum.
İmkansız bir aşktı bizimkisi, o Melek; ben ise İnsandım!
Yaşamla ölüm gibiydik!
Ben öldükçe; 
O, yaşıyordu.
O yaşasın diye binlerce kez yumdum gözlerimi
Defalarca ölürken O'nun yeniden kanatlandığını izledi gözlerim.
Her seferinde acı veren bir vedaydı bizimkisi...
Ölüm gibiydi...
Ben çırptıkça göz kapaklarımı
Melek, kanatlarını çırptı...
Ben ölüyordum;
Melek gidiyordu...
Ben,
Saçlarının siyahı kadar Melek;
O,
Işığım kadar İnsandı.
Ruhumun bir parçasıyken Melek,
Ölümümün bir parçasıydı İnsanlığım!
Şİmdi;
Ben ne kadar siyahsam,
O, o kadar Melek!




12 Ocak 2013 Cumartesi

Matem...


Siyah-ı matemin vurdu hüznümün üstüne;
Karanlık uçurumlarda kaybettim kendimi,
Yaşayan ruhlar mezarlığında kaybettiğim aşkım,
Gözlerimden damlayan yaşlarda siluetinin izleri.

Siyah-ı matemin vurdu kaderimin üstüne;
Kaybolmuşluğun izi sardı defter aralarındaki sana ait mektupları,
Soluğumun soğukluğu ardından görünmeyen sonbahar…
Sokak aralarındaki harcanmış kırık kalpler…
Vücudumun yaşam sebebiydi senin adının nağmesi.

Siyah-ı matemin vurdu hayallerimin üstüne;
Küçük bir çocuğun tükenmek bilmeyen isteği sana olan aşkım,
Yalnızlığım gün gece senin izini aramamdı.
Vurgun yemiş yüreğimin yaşam sebebiydi gözlerinin bakışı.

Siyah-ı matemin vurdu ruhumun üstüne;
Çamura bulanmış portremin yaşam bulan yanıydın,
Bir rüyanın sonuydu belki de yanımdaki soluğun,
Hayatın oyunuydu bana aşık olman,
Varlığımın en anlam katan parçası aşkın!
Mazide özlem dolu bir parşömen,
Radyoda ikimizi anan bir şarkı,
Sevgimizi ölümsüz kılan!

Sus Pus...


Elimde kalemim... Kağıdımın üstünde bir sürü birbirinden bağımsız kelime ...
Biri aşk diyor biri ayrılık ... Biri sevgi diyor biri hüzün..
Toparlayamadım zihnimin içindeki sözcükleri, yazamadım sonu noktayla biten bir cümlenin içine...
 Kafam çok karışık her yandan kelimeler hücum ediyor beynime...
 Adını bilmek bile istemedğim bir yere gitmek istiyor aklım ,kaybolmak şuursuzluk deryasında ...
 Kendini bilmeden densiz densiz konuşasım var susuyor dilim ...
Sus diyor birşey...
Sustum ...
Bilmiyordum , bilmiyordum konuşmaya küs yaşayacağını dudaklarımın...
Ansızın geldi sessizlik ,sensizliğin ansızın gelmesi gibi , karabasan gibi çöktü üstüme ...
Kaçmak istedikçe boğuyor yüreğimi , birşeyler var ters giden biliyorum ama 
göremiyorum...

Kız...



Kız, başını cama yaslamış hızla giden arabanın etrafında akan şehri izliyordu. Daha önceden kar yağdığı beli olan şehirde şimdi karla karışık yağmur vardı. Sonra kızın gözü şehir kuşağını izlediği cama takıldı. Gördüğü şey çok tanıdıktı. Sanki içine dökülenlerin yansımasına bakıyor gibiydi. Buğulu ve damla dolu camın üzerinde kendi gözlerine rastladı. Sanki buğunun arkasına saklanmış gibiydi gözleri. Aniden irkildi kız. Yansıyan gözlerinin içinde bir manzara yüzüyordu. Yapraksız uzun ağaçlar, bembeyaz bir deryanın içinde sonsuzlukta kayboluyordu. Manzara gözlerine bakıyor, gözleri ise cama yansıyordu. Yalan! Kızın içi buz tutmuş gözleri ise ağlıyordu. Dışarısı gözlerinin yansıması, cam ise yaşlarının aynasıydı. 

Hayal...



Kız kendine yabancı ama kalbindekine tanıdık bir şehrin rastgele bir sokağındaki bir kafeye oturmuştu.
Karşısında bir arkadaşı onu izliyor ve onun arayışına eşlik etmeye çalışıyordu.
Kız gözlerini ileriye dikmiş boşluğa bakıyordu.
Arkadaşı ise sessizce onu izliyordu.
Adam, kendine tanıdık ama kalbindekine yabancı şehrin sokaklarında avare avare geziyordu. bakışları çaresizce sevdiğini arıyordu. soğuktan üşümüş yalnız ellerini cebine iliştirirken gözü kafedeki kıza takıldı. gözleri gözlerinin içinden geçip gidiyordu. " gözlerime bakıyor ama sanki içindeki boşlukta sürükleniyor gibi" diye düşündü. sonra yanındaki adamı gördüğünde vücudu buz kesmişti. "Unutmuş olmalı" sözcükler dökülüvermişti dudaklarından... güç adımlarla kıza doğru yaklaştı adam görüşünün dışında yakından onu izliyor ve dinliyordu.
Kız bir anda oturduğu yerden kalkıp kaldırımın kenarına attı kendini. dizlerini kendine çekti ve ağlamaya başladı.
- “Onu bulamayacağım.” dedi kız.
- “Sabırlı olmalısın.” dedi arkadaşı.
- “Belkide gerçek olmayacak kadar hayaldi.” dedi iç çekerek.
- “Yine de şanslısın.”
- “Neden?”
- “Ben gerçeğine bile bağlanamıyorken sen bir hayale aşık oldun. öyle ki ben bu hayali , hayal bile edemiyorum.”
- “Öylesine gerçekti ki. hala sıcaklığını hissediyor, kokusunu duyuyorum.”
- “Belki de şu anda seni izliyordur.”
- “Belki de...” dedi kız ve hıçkırıklarına devam etti.

Sevgili...


Dinle sevgili,
Ya hayat bizi anlamıyor ya da biz hayatı.
Ya da boşver hayatı.
Aramızda bir kopukluk var.
Ya gerçekten sevemiyoruz birbirimizi ya da bilinenden daha çok seviyoruz.
Aramızda tutarsızlık var sevgili.
 Yo yo tutarsızlık değil aslında, aramızda uçurum var sevgili.
Ya sen düşmelisin ya da ben!
Yok yok endişelenme, ben atlarım olduğum yerden.
Şimdi ya tut kurtar beni, ya da bırak bin parçaya bölünsün yüreğim.
Ama ne olur bir tutup bir bırakma beni.
Hepsini unut!
Aramızda birşey var sevgili.
Ne diye düşünme sakın, ben söyleyeyim.
Aramızda öfke var sevgili.
Ya kalbin kalbimi boğacak ya da kalbim kendini durduracak.
Aramızda birşey var sevgili ya sevgisizlikten ya da bencillikten.
Yo yo aramızdaki tek sorun olmayan bir şeyden.
Aramızda AŞK yok sevgili!
Tüm tutarsızlıklar bu yüzden! 

Gün Kaçağı...


Uykuya teslim olmuş bedenin ne yaparsa yapsın yenik düşecek gözlerinin acizliğine. 
Gündüzlerin esir almaya başlarken gecelerini sen yitireceksin bedenindeki gecelerin pürüzsüz izlerini.
Işık seni mahkum  ederken parlaklığına kaybedeceksin, gecelerin içindeki aydınlığı görmeyi seven gözlerini.
Şimdi gökyüzündeki geceden uyku akıyor hayal dünyana, dökülüyor yıldızların ateş misali rüyalarına.
Ve en büyük körlük şimdi başlıyor eşsiz güngecelerinde, seçimini yap gün kaçağı .
Geceler mi sana hayal kurduran yoksa gündüzlerin mi seni rüyalarına daldıran?

Seni sevmek...


Bir deniz kenarında hıçkırıklarıma küs yağmurla saklıyorum yaşlarımı,
Rüzgar bana seni getiriyor, yüzüme çivi gibi çarpıyor gözyaşlarını,
Al diyor, tut diyor, sakla diyor, bırakıp gittiğin o koca yüreği...
Rüzgar bana aşkını getiriyormuş gibi yapıp, hüznünü  bırakıp gidiyor ellerime!
Bak diyor, gör diyor, bil diyor uğruna canını bile feda edebileceğin sensiz yüreği...
Deniz, dalga dalga yutuyor hiçliğimi; sensiz sürükleniyorum karanlık uçurumlara
Avaz avaz fısıldıyorum kulağına seni sevdiğimi, biliyorum duyuyorsun ama
Rüzgar bilmiyor, deniz bilmiyor, anlamıyor hiçliğimi, sensizliğimi...
Seni sevmek;
 Adını, cismini,ruhunu, kokunu,her şeyini her şeyiyle aklımda mıh gibi tutmak şimdi...

Bir damla aşk...


Adam, huşu içerisindeki su birikintisine usul usul yaklaşıyordu.
 İşaret parmağını suyun üzerine değdirip çekti ve suda oluşan halkaları hayranlıkla seyretti.
Parmağından düşen bir damla, suyun içinde sıçradı.
Su birikintisi bir hayal gibi büyüyordu.
İçinden masum bir kız, suyla çoğalarak belirdi adamın önünde.
Adam kıza bakıyordu hayranlıkla, kız yaratıcısına bakıyordu şaşkınlıkla.
 Adam, elini narin kızın vücuduna değdirdi.
 Kız, keşfedercesine elini yaratıcısının vücuduna değdirdi.
 Dokunuş anlam buldu bedenlerde ve adam, sevgisi için ruhunun bir parçasını feda etti.
Kızın bir solukluk nefesine...

Soğuk...


Şimdi birbirini bile ısıtamayan ellerimiz var!
Öyle ki yüreklere işlemiş soğukluğun buz kesen elleri...
Öyle ki ayrılığa yas tutan ruhumuzun soğuk dolu soluğu..
Şimdi sen adını bile bilmediğim, yağmuruna yabancı, soğuk ve cansız şehirlere yola çıktın.
Ben her şeyine yabancı olduğum , bir damla yağmura muhtaç bir diyarda kayboldum.
Sevgilim ısıtamam seni , 
Ruhum ruhunun bir parçası,
Söylesene,
Titreyen bir sol yan ile nasıl ısıtırım seni?

Kayboluş...



Çaresizce gözyaşlarımın ve kendi karanlığımın ardına sığınmaya çalışıyorum. Sessizliğimi beynimdeki binlerce düşünce delip geçiyor. Susmaya çalışıyorum. Olmuyor...Karanlıkta bir mum ışığı tadında sevinçlerim oluyor bazen ama onlarda bir hüzün esintisiyle yitiriyor aydınlığını...Yine karanlığa mahküm bir gece yaşıyorum; binlerce tutsak geceye bir tutsak gece daha ...
En kötüsü kendimi tanıyamaz ve anlayamaz oldum.Aynaya baktığımda , karşımda koca bir kaybolmuşluk görüyorum.. Kendi hiçliğinde kaybolmuş bir yaşam ve yaşanmışlıklar.. Belkide, en caresiz en ıslak gecemi yaşıyorum. Başım ağrıyor... İçtiğim onca sigaranın susuzluktan başka getirisi olmuyor.. Bir anlık ateş , yakıyorum ... İçime çektikçe kendi hayatım gibi usul usul yanıyor , kül olup kayboluyor adeta.. Bitemedim... Bitemiyorum...
Dedim ya bilmiyorum... Belkide en umutsuz en mutsuz en kararsız gecemi yaşıyorum.. Karar veremedim.. Yaşlarımın anlatmak istediklerini anlayamayacak kadar suskunluğuma gömüldüm..Ya benim kendimi bu karanlığa iten, yada bişeyler benim bu karanlıkta kaybolmamı istiyor..
Şartsız ve kayıtsız kalmak istiyorum bu hayata, yaşadıklarıma...Aslında kendimi bile bırakıp gitmek istiyorum.. Kaçmak belkide, kaybolmak...
Düşünmek yada ağlamak ne kadar çare olamıyorsa suskunluğuma,konuşmakta okadar kifayetsiz kalıyor anlatmak istediklerime.. Yalnızım yine her sıcak kar tanesi gibi , tek fark düştükçe donuyorum binlerce parçaya bölünmüş görünüşümle.. Eritmeye yetmiyor hiç bir güneş beni, hiçbiri yırtıp atamıyor karanlığımı..
Çok geç artık...

Bir şeyler var..


İçim içime çarpıyor...
Kapattığım gözlerimde seni görüyorum!
Saçların dağınık omuzlarına düşmüş.
Gözlerinde firar eden bir şeyler var...

Tir tir titriyorum...
Uzattığım ellerim ellerine değiyor!
Parmakların mosmor olmuş.
Ellerini terk eden bir şeyler var...

Çarpışıyor göz kapaklarım...
Rüyamın içindesin!
Kaybolduğum karanlıkta bana koşuyor ayakların.
Kolların kucaklarken bedenimi
Üstümüzden geçip giden bir şeyler var!

Bekçi...






                                                                           Yine gecenin bekçisi ruhum,
                                                                                                          Bu nöbet değişimi zindan ediyor kalbimi...
                                                      Ne olur aç gözlerini!
                                                       Gün doğumunun bekçisi ruhun,
                                                       Bu nöbet değişimi esir ediyor kalbimi...
                                                       Ne olur aç gözlerimi!
                                                                                Gece-gündüz bekçisi ruhum ruhunun,
                                                                                Bu nöbet değişimsiz öldürüyor kalbimi...
                                                                                Ne olur bir kez olsun geç gecelerimin içinden!

                                                                                            






Uçurum..


Söylesene sevgili, etrafını olmazlar sarmış bir aşk ne eyler sana? 
Adımını attığın her yer sarmalanmışsa uçurumlarla aşkının, düşmemesi için ne yapması gerekir? 
Sevgisi uçurumlarla sınırlandırılmış bir kalbin siyaha çalmış gölgesi neler kaybettirir sana hiç düşündün mü?
 Yapma sevgili!
 İtme aşkını içindeki kötü olumsuzluklara. 
Çünkü aşk;
  gün gelir senden vazgeçer de uçurumları severse eğer, 
pişman olursun!
Uçurumlar gölgeler için yaşar sevgili ve uçurumu seven gölgeleşmiş bir aşkın kanatları da olur unutma.