Sayfalar

Translate

10 Mart 2013 Pazar

Izdırap


Tırnaklarım sayısız yerinden çatlamış ve parmak uçlarım kirden görünmüyor halde, üstüm başım sefil, perişan halde yürüyordum gecenin karanlığındaki ıssız sokaklarda. Ay ışığının altında kaybolmuş gölgem çekti dikkatimi... Yoktu! O bile terk etmişti beni bu apansız gelen yağmurların altında. Suratıma düşen damlalar temizlemeye çalışıyordu yüzümdeki lekeleri. Yer yer özlem, yer yer kahrolmuş yollar açıyordu yanaklarımın ortasında... Yüzüm bir ressamın terk ettiği tablo gibiydi. Gecenin karanlığında ruhum gibi leş bir cama takıldı gözlerim. Kendi yansımama mı bakıyordum? Yo, yoo! Bu ben olamam diye inliyordu benliğim. Ama ta kendisiydi işte kendimin! Benim içimdeki en karanlık varlıktı acımasızlığım. Kelimelerim... Ah o en sevdiğim ama nefret ettiğim kelimelerim yıldız yağmuru gibi kayıp gidiyordu kalbimin içine. Bıçak darbeleri anlık, keskin ve ızdırap vericiydi. Nefesim kesiliyordu. Ah hayır soğuktan değil. Soğuk? Hava öyle soğuk ki tüm şehir buzdan yapılmış da erimeyi bekliyor gibiydi. Kesik kesik nefes alıp verişlerimin içindeki o buharsızlığı fark ettim. Yoktu! Vay canına çekti içimdeki adi yaratık. Kahkahaları kulaklarımı çınlatıyordu. "Sen ne sanmıştın güzelim, eskisi gibi zafer çığlıkları atacağını mı benliğinin? Öyle birşey yok artık. İşte böyle bertaraf olursun" diyordu. İçimdeki vahşi ile gülmeye başladım bende. Haklıydı çünkü. Kendim bile kendimden intikam alabiliyordu. Ne garip diye düşündüm. Kaybolmuş herşeyimi alıp, itaatsiz bacaklarımla çatırdayan adımlarımı atmaya devam ettim. Kesinlikle üşüyordum ama bu soğukluk hissi çok daha farklıydı. Ellerimi ovuşturunca geçecek türden değildi. Biliyordum. Gecenin karanlığında; zayıf bir ışık altında, metrelerce uzağımda bir adam duruyordu. Öfkesi damarlarımın içine kadar işliyordu. İliklerimin her karışında onu hissedebiliyordum. Sokak lambasının direğine yaslanmış sigara içiyordu telaşlı telaşlı. Hem acelesi var hemde çok vakti varmış gibiydi. Hızlı hızlı çekiyordu zehri içine... O, zehri çektikçe kendi içine; dizlerimin bağı çözülüyordu, bir boğulmuşluk hissi sıkıyordu boğazımı. Yarı nefessiz düştüm dizlerimin üstüne. Hafifçe bana bakacak gibi olduğunu gördüm buğulu gözlerimden, ama bakmadı. Tebessüm ettiğini gördüm, belkide öyle hayal ettim emin değildim. Metrelerce uzaktan bir cümle fısıldadı ruhuma... Acı içinde çığlık atmak istedim. Bağırıyordum! Avazım çıktığı kadar! Normalde boğazlarımın parçalanması gerekiyordu. Ama parçalanmadı. Şaşkındım... Kapkaranlık sokağın tek aydınlık yerindeydi ve sigarayı hiddetle yere atıp üstüne iğrentiyle bastı ve iyice ezdi. Arkasını dönüp ilk adımını attığında tekrar çırpındım. Ne ayağa kalkabiliyordum ne de bir kelime çıkıyordu ağzımdan. Hayır dedim ve içimdeki o şeytanı paramparça ettim, maf olmuş ellerimle. Gözlerimi O'ndan hiç ayırmadan sanki içine içine bakıyormuş gibi tekrar bağırdım. Seni seviyorum! Durdu ve arkasını dönüp bana baktı. Buzdan şehir kül gibi uçuşuyordu keskin rüzgarda. Tuzla buz olmuştu tüm binalar. Şaşkınlık içinde etrafa göz attım. Sonsuz bir karanlık içinde Ay'ın ışığı yalnızca O'na vuruyordu. Nefesim, artık tükenmek üzereyken tekrar söyledim. Seni seviyorum! Gerisi hiç kimsenin bilmediği karanlık. Ötesi yoktu!